HoŞGeLDiNiZ
  ŞİİR
 

Ya Ölüm Olmasaydı

Yaradan kullarını ebet müddet kılsaydı
Lokman Hekim ölüme çare falan bulsaydı
İnsanlar ne yapardı hayat sonsuz olsaydı
Allah’tan ki ölüm var ya ölüm olmasaydı

İnsan yaratılmışlar insanlıktan kıyısız
Çoğunluksa doğuştan duyarsız ve duyusuz
Ölümlüyken ilahlık taslayanlar sayısız
Allah’tan ki ölüm var ya ölüm olmasaydı

Dünyayı zaptedenler ayı güneşi ister
Yüzü verdiğin anda istenilmez mi astar
Zenginleri incele bana aksini göster
Allah’tan ki ölüm var ya ölüm olmasaydı

Zenginler yığıyorlar şimdi Mahşer Kart çıkmış
Beyler öbür dünyada kartla harcayacakmış
Milyonların rızkları keselerine akmış
Allah’tan ki ölüm var ya ölüm olmasaydı

Makam mevki hırsıyla debelenip dururlar
Ölüm olduğu halde mal için kudururlar
HİDDETÎ gibileri ya sürer ya vururlar
Allah’tan ki ölüm var ya ölüm olmasaydı

 

Fikret Oğuztürk

Ölüm Kırmızıydı

Ölüm hücrede ranzada ölüm hastanede
Ölüm açlıkta ölüm işkencede
Ölüm mektuplarımızda tek bir odada
Ölüm evimizde ölüm omuzlarımızda sokakta

Ölüm sloganlarda gözlerimizin içinde
Ölüm yeni doğmuş bebek gibi yoğun bakımda
Resimleri duvarlarda ellerimizde
Bir gelincik gibi süslerler göğüslerimizi

Başbaşa yanyana ölüm orucunda sağlar
Hapishanede hastanede ve evlerde
Ölüm bu kadar acımasız bu kadar korkak
Bucak bucak kaçar saklanır ölüm

Duvardaki resimlere mezardaki karanfillere
Ayakta olanlara selâm selâm bin selâm
Ölüm unutulacak gibi değilsin unutanlar utansın
Peşpeşe yatarlar yeni ölümlere geride kalanlar!


Yıldız Dalı Yasaklı Gönül

 

Abdullah Karabağ

 

Şah Damarı

Şah damarından daha yakın derler
Ölüm için
Ve sen ölümden daha yakınsın
Benim için
O kadar ki sen ölümden önce öldüreceksin beni
Ölüm ise eli boş dönecek Tanrı’ya
Senin için

Daha doğmamış bir ben var
Senin karşında
Daha çizilmemiş bir kader taşır
Tam şurasında
Hatırlarsan
Henüz parmakları bile açılmamış
O küçük avucunda
Senin resminle gelmişti dünyaya

Şah damarından daha yakındır ölüm insana
Ve ölüm bir o kadar uzak olmalıdır sana
O kadar ki
Seni seviyorum dediğimi duyabilecek kadar
Yaşamalısın aslında
O kadar ki
Seni sevdiğimi söyleyene kadar
Zaman tanımalısın bana

 

Ahmet Konukoğlu

 

Şairler de Ağlar

Hiç bir acıyı tek başına yaşayamazsın
Hiç bir yalnızlık ömür boyu sürmez ama
Gidenin boşluğu dolmaz
Yarım kalmış hayat satırlarında..
Yüreğimiz boşluklarla
Çukurlarla dolu
Hangisine yama yapsak
Yenisi eklendi
Hiçbir zaman gelmedi bu yalnızlığın sonu..

Bazen
Gecenin ay ışığına
Saati sorarsın gülümseyerek
Güneşi gösterir sana
Şafağı getirir ezanla
Ama
Hiçbir ay ışığı
Güneşin yerini tutamadı
Terkedilmiş sessiz sokaklarda..

Anılara göz kırptıkça
Üstümüze geldi çaresizlik
Peşimizde gezdi sessizlik
Suskunluğumuz en büyük esaretimizdi,
Sevdiğimizi bile
Söyleyemedik ki biz sevdiğimize..

Şairler ağlar be gülüm
Şairler de ağlar..

Harfler ıslanır göz ıslanmazsa
Mısralar ıslanır
Gözden yaş akmazsa
Ama
Şairler ağlar be gülüm
Şairler de ağlar
Adı gözyaşı olmasa da.

ŞAİRLER DE AĞLAR
Yüreğine hasret düğümlenirse,
Acılar desenle biçimlenirse,
Baktığı yerden hüzünlenirse,
Şairler de ağlar.

Umutlar toprağın renginde ise,
Çiçekler yaprağın denginde ise,
Alevli dudağın enginde ise,
Şairler de ağlar.

Şiirin ihaneti olduğu zaman,
Yüreği hüzünle dolduğu zaman,
Kalemler elinde solduğu zaman,
Şairler de ağlar.

ölüm
Bu Dünya'ya bir kazıkta gel sen çak,
Doğru yaşa, iyilik yap sonu yok,
Önüne çıkacak ölüm gerçeği.

Ölüm bir gerçektir uzaklaş şerden,
Bir gün ayrılırsın,yardan diyardan,
Musalla taşına,düşersin birden,
İşte seni buldu ölüm gerçeği.

Seyfet der Azrail canın alıyor,
Nefes tükeniyor,Hakka yürüyor,
Bir metre karelik yere giriyor,
İşte kabre koydu ölüm gerçeği... 

 

ŞAİR AĞLAR, ŞİİR AĞLAR
Elveda sözü ilmeğini takar boynuna
Son busenin nefesi dolaşırken teninde
Uzaklaştığı her adımda hançer saplanır bedene
Alevlenmeye başlamıştır hasret ateşi yüreğinde
Ayrılık ölümden beter gelir böylesine sevene
O anın sahnesi hep yaşar gözlerinde
Anlamını yitirmiştir artık her şey
Odaklanılan tek düşünce elini ayağını bağlar
Ayrılığı yazarken kalem
Şair ağlar, şiir ağlar.

Kuytu limana demirlemiştir yalnızlık
Yüreklerin üşüdüğü gecelerde
Gözyaşları mürekkep olur
Dökülür kağıtlara en karanlık hecelerde
Akrep oynamaz yerinden
En büyük vurgunu yemiştir yelkovan
Ay bile siner ağlar bulutların arasında
Eşlik eder ona gökteki bütün yıldızlar
Yalnızlığı yazarken kalem
Şair ağlar, şiir ağlar

Alır koynuna en acı duyguları
Firari uykularda sabahlarken gözler
Güneşin ilk ışıklarıyla çiğ tanelerini görür
Süzülür yanaklardan cimlere düşerler
En acıklı kelimeler dökülür dizelere
Biçare gönülden sızar kağıtlara
Öper hayalini bitmez sevdasının
Durgun bir noktaya takılınca bakışlar
Çaresizliği yazarken kalem
Şair ağlar şiir ağlar

Güneş batarken akşamın kızıllığında
Pusu kurar uykusuz gecelere
Artık hasret çağlar yüreklerde
Mahzunlaşır bir çocuk gibi
Her ayrılık şarkısının nakaratı
Beynine çakılır bir mıh gibi
Mırıldanır iki dudak arası
Sevdiğinin hayali titrer düşlerinde
Acımasız bir korla yüreğini dağlar
Hasreti yazarken kalem
Şair ağlar şiir ağlar

Zehra ATASOY

dalı verdim düşünceye
okyanusta yüzer gibi
koşu verdim her köşeye
umutlarda gezer gibi
Image Hosted by ImageShack.us

nerdeyim ben nerdeyim
göktemi yerdemyim
gönlüm hasret umudu
şafak sayar gözlerim
ağlama ağlama
sus ağlama gözlerim
Image Hosted by ImageShack.us

herşey yalan her şey yalan
var mı beni beni bir anlayan
her şey yalan her şey yalan
bu dünyada var mı kalan
Image Hosted by ImageShack.us

bom boş geldi dünya bana
her şey yalan anlayana
neler gördüm neler duydum
rüyalarda gezer gibi
Image Hosted by ImageShack.us

nerdeyim ben nerdeyim
göktemi yerdemiyim
gönlüm hasret umudu
şafak sayar gözlerim
ağlama ağlama
sus ağlama gözlerim
Image Hosted by ImageShack.us

her şey yalan her şey yalan
var mıbeni beni bir anlayan
her şey yalan her şey yalan
bu dünyada var mı kalan

Ne ZoRMuŞ

Ne zormuş gerçekleri anlamak...
Bir bakmışsın herşey boş,herşey anlamsız bundan sonra.Onca yaşanmışlık,onca anı,onca fotoğraf ve daha birçok şey...yalanmış meğer,ya da hata,belki de...bir düş...

Ne hissedeceğini bile şaşırıyor insan.Herşeyi bir anda,bir günde,bir gecede silmek kolay mı? Kolaysa bunun yolunu bilen var mı? Bana da anlatsa ya!!!
Zaten belliydi,gidişat kötü...Ama inandırmak zor kendini işte...

Bilirsin;
Her an arayacakmış gibi gelir.'Eminim o da beni düşünüyor' diye iç çekilir işte.
Bilirsin beni,hafife almam kolay kolay kimseyi...

'' Nasıl dersin seni sevdim yalan demiyorum
Benim kalbim senin kadar sağır değil
İnanması kolay olsa gidermiyim
Sevda yüküm kolay değil''

Canımı öyle çok yakmalı,öyle çok yaralanmalıyım ki...İnsan olarak bile değersiz kılabilmeliyim ki unutayım...Tüm çabalarımın,tüm duygularımın ve tüm gözyaşlarımın boşuna olduğu beynime çivi misali çakılmalı ki;çıkarayım tamamen aklımdan,hayatımdan,ruhumdan...


Ve öyle yara aldım,öyle sert darbeler yedim ki çekiçlerinden,varlığının yerinde eser bile kalmadı kinimden...
Aslını istersen;
artık nefret bile etmiyorum senden...!!!

GiTTiN

Gittin sen, tüm gidenler gibi... Tam beni tamamlayacağını düşünürken, yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok, ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam. Ama sen gittin; tıpkı diğerleri gibi... 

Korkup kaçtın belki de bu sevdadan. Küçük bir kızdın kocaman yüreğinle beni seven ama sen beni sığdıramadın kalbine; taşıyamadın doğru dürüst... Bu kadar çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan yanlış sevdalara takılman... 

Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki; hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Herşey o ''kahverengi'' nin içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın gittin benden... Tüm sırlar da o kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı herşey... Kalp ağırılarım, baş ağrılarım, geceyarılarında sebebsiz haykırışlarım... Bana bıraktığın ve içimde kalan o “kahverengi”idi belki de bunlara sebep olan... 

“Kötü bir oyun seyrediyorsun, geçecek” diyordum kendime. “Bak geçince hiçbirşey kalmayacak, arta kalanlar eksi sonsuzluğa uğurlanacak.” diyordum. Ama olmadı. Geçmedi. Herşey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı çevremi, “keşkeler” birikti içimde, “acabalar” dolaşıp durdu beynimde... Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde... 

Sana dönüşmeye başladığımı anlayayınca da bir direniş başlattım kendime. Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse desin, ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucundan çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki herşey dondu. Sevgiler, sıcak gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki buzlardan sıyrılıp “artık ben de varım” diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana döner; kimbilir... Ama o güne kadar, buz gibi gözlerinin arkasından bakacağım dünyaya. Senin bana verdiğin o “acı kahverengi” yi yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde dallanıp budaklanan o “gözleri”i bir anda kökünden sökmek. 

O yüzden zamana bırakıyorum herşeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o “gözler” de bir gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...

 

Noktanın Olduğu Yerdeyim..

Korku dört bir yanı sardığında ürkek gözlerle bakarsın heryere.. Kontrol edemezsin hiçbirşeyi. İnanmaz, dokunmaz, görmez, anlamazsın.. Herşey yalan gelir.. Değer verdiğin duygular, inandığın değerler bir bir tepetaklak olur.. Boşlukta yol almak gibidir çok zaman hayat senin için.. Susar etrafa bakarsın anlamaz gözbebekleri ile.. Kararlar alır sonra vazgeçersin. "Acaba, neden" soruları dolanır beyninin ince kıvrımlarında.. Adımların yakınlasır birbirine,yavaslar birbirini izlemesi.. Yürümek bile zor gelir hale gelir. Nefes almak yük olur bedenine.. Sona yaklastığın son adımı atmaktan ürkersin..

Ordayım işte.. Artık yabancısı olmadığım yerde.. Nefesimin tadını hissetmek isteyipte alamadığım yerde.. Bir uçurumun kenarında sonsuzluğa baktığım yerde.. Kimsenin olmadığı, olmak istemeyeceği yanlızlıklar kervanının konakladığı.. Bir rüzgar uçuşturur bedenine bağlı duygularını.. Koparamaz ama.. Etrafımda uçuşturup; yüzüme, vucuduma, kollarıma yapıştırır birbir.. Çaresizliğim artar.. Başım önümde, gözlerim kapalı sadece hissederim bunu.. Sonra ellerimi iki yana açıp kaldırabildiğim kadar yukarı kaldırır ve sessiz çığlıklar atarım yüreğimin en derininden.. Kimse duymaz.. Bir ben.. Bir ben duyar, anlarım kendimi.. Noktaya yakın yerdesin ado derim kendime.. Virgüller bitti, ünlemler tükendi, zamirler bir bir terketti seni.. Sıkı bir yanlızlık kaldı elde bilirim..

Resimlerim soldu.. Hangine baksam soru işaretleri oluşuyor beynimde. Bumuydu resimdeki kişi? Tanıdığım, bu resmin çekildiği andaki kişimi hala o? Ben hala o adomuyum? Neden? Neden oldu bütün bunlar? Ne kalabalıktı oysa hayatın.. Koca bir sıfır çekmekmiydi hayalin? Düşüncelerim duygularımla harmanlanır.. Oyun hamuru kalan elimde son.. Artık şekil vermek istemediğim; renksiz, kokusuz.. Bir adım.. Bir adım kaldı atılcak.. Peki cesaretim varmı? Bunca adımlar atan bu yürek, son adımı atacak cesarete sahipmi peki? Bilmiyorum..

Keşke hayatım ilk başlangıca, start noktasına dönse.. Bugüne kadar yaptığım hataları tekrar yaparmıydım acaba? Tembellik ettiğim, diğerlerinin beni geçtiği noktalarda tekrar duraklar, mola verirmiydim? Gökyüzünün maviliğinin bu kadar güzel olduğunu, papatyaların baharın neşesi ile rüzgarda dansettiğini, kelebeklerin bir kaç günlük ömrünü dolu dolu yaşamayı seçtiğini, rüzgarın tenime dokunduğunda mutlu olduğumu anlamak istermiydim yine? Yaşamı tekrar sorgulayıp sonuçların beni pekte mutlu etmediğini anlamak istermiydim tekrar? Yağmurda ıslanmak beni yine mutlu edermiydi? Her kar tanesine yine hayranlıkla bakarmıydım? Yine aynı ben olmak istermiydimki?

Utangaç duygulara sahibim.. Kimsenin bilmediği.. Bir ben var benden farklı içimde.. Benimle laf kalabalığı yapıp kafamı karıştıran.. Sorgulamalarımın yönünü değiştiren.. Biliyorumki yanlış söylemiyor.. Söylemiyorda kabul etmek zoruma gidiyor.. Susturmak onu işime geliyor.. Susturdukça onu, o dahada isyankar bir şekilde sesini yükselterek "Kendine gel Ado" söylemine devam ediyor.. Noktanın olduğu yerde olmak gibi birşey benim ruh halim. Bir adım atmaya cesaretim varmı bilmiyorum. Sadece bakıyor ve düşünüyorum..

Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm

 

Photobucket

 
 
  Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol